cal

.jpg)
TARİHİ VE COĞRAFİK YAPI
1071 Malazgirt Savaşı ndan sonra yöreye Selçuklu uç beyleri akınlar yapmaya başlamış; 1176 Miryakefalon Savaşı'ndan sonra da kesin olarak Türk Egemenliği altına girmiştir. 1862 yılında İzmir İline bağlı bir İlçe olarak teşkilatlanmış ve 1923 yılında Denizli İline bağlanmıştır. Bölgenin Türk hâkimiyetine girmesinden sonra yöreye yerleşen insanların demircilikle uğraşması nedeniyle Demirciköy olarak isimlendirilmiştir. 19 yy.
Ekonomik Durum
İlçe nüfusunun büyük bir bölümü tarımla uğraşmaktadır. Üzüm, elma, sebze, tahıl, anason, haşhaş, kekik, ayçiçeği, yem bitkileri gibi ürünler başlıca tarımsal ürünleri oluşturmaktadır. İlçemizde sofralık üzüm depolanan 7 adet soğuk hava deposu bulunmaktadır. Toplam yıllık kapasiteleri 5 200 tondur. Depolanan sofralık üzümün önemli bir bölümü paketlenerek ihraç edilmektedir. Toplam yıllık ihracat miktarı 2 milyon dolar olarak gerçekleşmektedir. İlçemizde 9 adet şarap üretim fabrikası bulunmaktadır. Akkent Beldemizde faaliyet gösteren Confurt Meyve Konsantresi Fabrikasının Yıllık ihracat miktarı 8 milyon dolar olup, 100 kişiye istihdam sağlamaktadır.
Denizler Beldemizde faaliyet gösteren Erdem Mermer İşletmesinin Yıllık ihracat miktarı 9,5 milyon dolar olup, 90 kişiye istihdam sağlamaktadır. Belevi Beldemizde faaliyet gösteren Denizli Çimento Fabrikasında yıllık 2 milyon ton çimento üretimi yapılmakta; bunun 440 bin tonu ihraç edilmektedir. Çimento fabrikası 257 kişiye istihdam sağlamaktadır.
Tarımsal Kuruluşların dışanda ilçemizde sanayi kuruluşu olarak Belevi Beldesi sınırları içersinde Denizli Çimento ve Denizler Beldesinde Mermer İşleme Tesisi bulunmaktadır. Belevi Beldesi sınırları içinde 23 adet mermer ve traverten ocağı ruhsatlı olarak faaliyet sürdürmekte olup bunların yıllık toplam üretim kapasiteleri 103,5 tondur.
ortalarından itibaren ise Çağatay Türkçesinde “Yüksek Yer” anlamına da gelen Çal adını almış olan yörede bu isim ile ilgili olarak çeşitli rivayetler olmasına rağmen bölgenin coğrafi konum itibariyle kullanıldığı tahmin edilmektedir. Kurtuluş Savaşında ayrı bir öneme sahip olan İlçede, zamanın Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi önderliğinde örnek bir bölgesel direniş hareketi gösterilerek daha işgalin ilk günlerinden itibaren mitingler düzenlenerek işgal protesto edilmiş, Çal'a yaklaşan Yunan kuvvetlerinin ilerleyişini durdurmak için Menderes Nehri üzerindeki köprüler tahrip edilmiş, silahlı mücadele yapılarak daha fazla ilerlemelerine engel olunmuştur. Kurtuluş Savaşında Resmi kayıtlara göre 279 Çallı şehit düşmüştür.
İlçenin idari yapısı içerisinde yer alan Bekilli Bucağı 1988 yılında, Baklan Bucağı 1990 yılında müstakil ilçe olmuştur. Çal'ın doğusunda Çivril ve Baklan İlçeleri, batısında Denizli Merkez İlçe ve Güney İlçesi, güneyinde Bozkurt ve Honaz İlçeleri, kuzeyinde Bekilli ve Ulubey İlçeleri bulunmaktadır. Arazi yapısı dalgalıdır. Menderes Nehri İlçe topraklarından geçmektedir. İklim olarak İç Anadolu yayla iklimi hakimdir. Kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar serin ve kuraktır. Çal İlçesi Denizli İli'ne 63 kilometre mesafededir. İlçenin rakımı 850 m, yüzölçümü 858 km²dir.
Bölgede bir çok doğal güzellik bulunmaktadır: Çökelez Dağı, Hançalar Köprüsü, Kaplanlar Köyü Göleti, Yöğlük Mevki, Sakızcılar Şelalesi, Kısık Mevki, Gelinören Ilıca, Sazak Tümülüsü. Ayrıca bu doğal güzelliklerin yanında, tarihî yerler ve binalarda bolca bulunmaktadır. Bunlar, Apollon Termenos Tapınağı, Yukarıseyit Tarihi Değirmen ve Çeşmeleri, Ortaköy Tarihi Bina, Dayılar Tarihi Bina, Kayı Pazarı Minaresi ve Ahmet Çökelez Konağı… Bu kadar güzel yerin yanında mutlaka ziyaret edilmesi gereken türbeleri de vardır. Bunlar, Mahmutgazi Dede Türbesi ve Sazak Köyü Zekeriya Dede Türbeleridir.Sudan koyun geçirme yarışması, İlçemize bağlı Aşağıseyit köyünde 828 yıldır süregelen bir gelenektir. Koyun sürülerinin Büyük Menderes nehrini yüzerek geçmesini amaçlayan yarışma, her yıl yapılmaktadır.
NÜFUS
İl/İlçe |
2017 Nüfusu |
2018 Nüfusu |
Yıllık Nüfus Artış Hızı 2017 (‰) |
Yıllık Nüfus Artış Hızı 2018 (‰) |
|
||||
Çal |
19.254 |
19.259 |
-0.91 |
-0.03 |
Tarihçe
İlk çağlarda Mosyna olarak adlandırılan Çal, bölgenin Türk hakimiyetine girmesinden sonra, 19.yy ortalarına kadar Demirciköy olarak adlandırılmıştır. Bu ismin o dönemlerde İlçede demirciliğin yaygın bir zanaat dalı olmasından dolayı verildiği tahmin edilmektedir. 9.yy ortalarından itibaren ise Çal adı kullanılmaya başlanmıştır. Çal kelimesi Çağatay Türkçesi'nde “yüksek yer” anlamına gelmektedir. Denizli ve Çal çevresi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile Bizans arasında yapılan 1071 Malazgirt Zaferi sonrası dönemde Selçuklu Türklerinin egemenliği altına girmiştir. Çal 13.yy'da Türkiye Selçuklu Devleti'nin batı uç bölgesinde yer almıştır. Çal Bölgesi de 1261'den itibaren germiyanoğulları Beyliği'nin egemenliği altına girmiştir. 1391 tarihine kadar Germiyanoğulları egemenliğinde kalan Çal bölgesi, bu tarihte Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı Devleti'ne katılmıştır.
Uzun süre Kütahya Sancağı'na bağlı bir nahiye olarak bulunan Çal, 1826 yılında İzmir'e daha sonra ise Aydın'abağlanmıştır. 1882'de Denizli Sancağı kurulunca bu sancağa bağlanan Çal'da, 1886 yılında Kaza (İlçe) teşkilatı kurulmuştur.
Osmanlı döneminde Çal, bölgenin önemli bir merkezi durumundadır. İlçe yakınlarında “Kayı Pazarı”nın kurulması,Çal'da Kadılık teşkilatının ve üç adet medresenin bulunması (Bugünkü Gazi İlkokulu binasının bulunduğu yerde Emin Efendi Medresesi, Savranzade Camii çevresinde Süleyman Efendi Medresesi ve Aşağı Camii'deki Fakioğlu Medresesi) bunun göstergesidir.
ULAŞIM
İlçemiz Denizli İl merkezine 65 km uzaklıktadır. Çevre illerden; Uşak'a 87 km, Burdur'a 150 km, Aydın'a 191 km, Muğla'ya 211 km Afyon'a 220 km, Manisa' ya 271 km, ve İzmir'e 289 km mesafededir. İlçe ile İl Merkezi arasında ulaşım otogardan her yarım saatte bir hareket eden Çal Birlik Minibüsleri ve Akkent Birlik Minibüsleri ile çevre yerleşim yerlerinden gelen diğer minibüsler, belediye otobüsleri, ayrıca komşu ilçe Bekilli'den gelen otobüsler ile yapılmaktadır. Ayrıca, Çal İlçesine 60 km uzaklıkta Çardak Hava alanı mevcuttur.
ÇALIN TARİHİ KAYI PAZARI
Türkler, 11. asrın sonlarından itibaren yerleşmeye başladığı Anadolu’da, oldukça önemli eserler vücuda getirmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti, kuruluş dönemini tamamladığı I. Mesut Devrinden itibaren medreseler ve darüşşifalar başta olmak üzere pek çok mimari eserle Anadolu’yu donatmaya başlamıştır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Anadolu’nun ticari potansiyelini fark etmesi, O’nu bu amaç doğrultusunda siyasi ve ticari faaliyetlerde bulunmaya yöneltmiştir. Bu süreç içerisinde Anadolu’da değişik yerlerde önemli pazar yerleri de meydana getirilmiştir. Denizli’nin Çal ilçesi yakınlarında da Kayı Pazarı ismi ile bir pazar kurulmuştur. Kuruluşunun Selçuklular dönemine kadar uzandığını düşündüğümüz Kayı Pazarı, 17. yüzyıldan itibaren önemini artırmıştır. Osmanlı vezirlerinden Kaymak Mustafa Paşa burada bir vakıf kurmuştur. Zamanla bölgenin en büyük pazar yerlerinden birisi olan Kayı Pazarı, camileri, hanları ve dükkanları ile büyük bir müştemilat haline gelmiştir. Ne var ki bu büyük pazar, cumhuriyetin ilk yıllarında ciddi bir tahribata maruz kalmıştır. Bu tahribatın sebepleri net olarak tespit edilememektedir. Ancak bu tahribat o kadar yoğun olmuştur ki günümüze bölgenin bu en büyük pazarından sadece kırık bir minare ulaşabilmiştir.
Çal ve Çevresinin Türk Hâkimiyetine Girişi
Çalışmamızın konusunu teşkil eden “Kayı Pazarı”, Denizli ili Çal ilçesi sınırları içerisindedir. Dolayısıyla bu bölgenin fethi ve Türkleşmesi sürecine kısaca değinmek,
* ∗ Dr. Öğr. Ü., Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, E-mail: ibalik@pau.edu.tr.
156
Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi İbrahim Balık
konumuzun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Çal ilçesi çok eski dönemlerden beri insanların yaşadığı önemli çekim merkezlerinden birisidir. Özellikle, son yıllarda bölgedeki höyüklerde yapılan kazı çalışmaları ve birtakım antik dönem eserleri bu görüşümüzü destekler mahiyette veriler sunmaktadır.
Bu çerçevede Çal’ın, Dayılar Mahallesi yakınlarında bulunan ve kazı çalışmaları devam eden Ekşi Höyük (bkz. Resim 3) bölgenin ilk yerleşim merkezlerinden birisi durumundadır. Nitekim yapılan çalışmalarda elde edilen bulgular buradaki yaşam izlerinin M.Ö. 7000’li yıllara kadar dayandığını ortaya koymaktadır1. Aynı şekilde son derece nefis bir manzaraya sahip olan ve hem araştırmacıların hem de gezginlerin daha çok ilgisini çekmeyi bekleyen Apollon Lairbenos Tapınağı2 kalıntıları da Antik Dönemlerde bölgenin önemini ortaya koyan eserlerden birisidir (bkz. Resim 4).
Türklerin bölgeye gelişi, Malazgirt Savaşı’ndan sonraki yıllara tekabül etmektedir. Göçebe kültürüne sahip Türkmenler için Batı Anadolu’nun tarım potansiyeli ilk anda çok cezbedici olmamıştır. Ancak uzun süreden beri bu coğrafyada yaşayan Bizans halkı, iyi bir tarım insanı idi ve elverişli iklim koşullarına bağlı olarak gayet iyi ürün elde ediyorlardı. Dolayısıyla, Türkmen kitlelerini Batı Anadolu’ya çeken faktör verimli tarım alanları değil, yerli halkın kaldırdığı bol mahsul olmalıdır. Bu yüzden Türkmenlere ilk dönemlerde hudut boyları oldukça cazip gelmiştir3. Ayrıca bölgenin ılıman iklimi Türkmen kitlelerinin sürüleri için, İç Anadolu’nun çalılık arazilerine oranla çok daha zengin otlaklar sunmakta idi.
Türkler, Denizli’ye XII. Yüzyılın ortalarından itibaren, Acıgöl üzerinden değil; Çal ve Acıpayam güzergâhlarından gelmişlerdir. Çünkü Denizli’nin iç bölgelerle ulaşımının sağlandığı asıl yol olan Acıgöl güzergâhı, bu yıllarda Bizans’ın kontrolünde idi. Dolayısıyla bölgenin en önemli yerleşim merkezi olan Leodikeia ve çevresindeki verimli toprakları yağmalamayı hedefleyen Türk akıncıları bu yolu kendileri için güvenli bulmamışlardır5. Bunun yerine daha güvenli gördükleri Acıpayam ve Çivril (Choma) – Çal güzergâhını kullanmışlardır.
Bu ilk dönemlerde Selçuklu akınları bölgeyi fethetmek yerine; Bizans’ın bölgedeki gücünü tartmak hedefiyle gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla bu periyotta Çal ve çevresinde kalıcı bir Türk varlığından bahsedemeyiz. Aynı dönemde gerçekleşen I. Haçlı Seferi, bölgenin siyasi yapısında önemli bir değişiklik meydana getirmiştir. Selçuklular siyasi olarak Ege ve Marmara’yı Bizans’a terk edip daha iç bölgelere çekilmiştir. Ancak nüfus yapısı için bu durum çok söz konusu değildir. Özellikle Ege’deki iç bölgelere çekilmenin, şeklen bir çekilme olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü zaman zaman Selçuklu Devletinin de üzerlerinde tam hâkimiyet sağlayamadığı Türkmen unsurlar bu bölgeleri bütünüyle boşaltmamıştır. Haçlıların gelişi ile Türkmen kitlelerinin sağa sola dağılmaları onların buralarda yok edildiği anlamına gelmemektedir. Haçlıların arkasından gelen Rumlar ancak Batı Anadolu’nun bazı önemli vadilerini ele geçirebilmişlerdi. Hatta I. Kılıç Arslan, Efes’teki son Türk kalesini anca 1107’de, Danişmendlilerle düştüğü bir anlaşmazlık sebebiyle Bizans İmparatoru Alexios’a yaklaşması üzerine yıkmıştıR.
Aslında I. Haçlı seferinin hemen arkasından Çal ve çevresini de kapsayan bölgede, Bizans ve Selçuklular arasındaki Batı Anadolu hâkimiyet mücadelesi aynen devam etmiştir. 1102 yılında I. Kılıç Arslan, Denizli ve çevresine bir sefer düzenlemişti. Bunun intikamını almak isteyen Alexios Kommenos, komutanlarından Philokales’i bölgeye göndermiştir. Philokales öncülüğünde Alaşehir ve çevresinde yoğun bir mücadele başlamıştır. Özellikle bölgedeki Selçuklu komutanı Hasan’ın uğradığı yenilgiden sonra I. Kılıç Arslan, Alexios Kommenos ile bir barış anlaşması imzalamıştır8. Bu anlaşma neticesinde I. Kılıç Arslan, Batı Anadolu’nun iç kesimindeki Türkmen kitlelerini daha iç bölgelere çekmeye söz verdi ise de bunun ne oranda gerçekleştiğini tespit etmek mümkün değildir. Kısa sürede bölgede yeniden Türkmen faaliyetlerinin başladığını göz önünde bulundurursak bu çekilmenin en azından Bizans’ın hedeflediği boyutta bir çekilme olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Selçuklular, I. Haçlı Seferinin tesirinden kurtulmaya başladıktan hemen sonra, Batı Anadolu’daki egemenlik sahasını genişleterek tekrar bölge üzerinde söz sahibi olmak istedi. Bunun için aslında şartlar belki de ilk fetih döneminden daha müsait durumda idi. Zira Ege Bölgesinde kıyıdan içerilere doğru uzanan ovalar ile bunların kuzey ve güneyindeki bol otlaklı dağlar, Türkmenler tarafından tamamen boşaltılmamıştı9. Yani bu bölgede zaten bir Türkmen varlığı mevcuttu. Dolayısıyla Selçuklular ilk fetih döneminden daha avantajlı bir durumda tekrar Batı Anadolu hâkimiyetini güçlendirmeye başladı.
Türkmenler, kısa sürede bu gayretlerinin semerelerini almaya başladılar. Daha Alexios Kommenos döneminde eski Phrygia bölgesinin verimli ovalarına sızmaya başladılar. Bu dönemde Bizans Antalya ile kara bağlantısını kaybetti. Çivril, Çal, Güney, Buldan üzerinden denize doğru çekilecek bir hattın gerisindeki bölgeler tekrar Türk hâkimiyetine girdi. Bundan sonraki dönemde bu bölge “darü’s- sugur” olarak anılmaya başlamıştır.
Alexios’tan sonra iş başına gelen oğlu Ioannes Kommenos zamanında mücadelenin ağırlığı farklı bölgelere kaydı. Çünkü Ioannes, Türkleri Malazgirt öncesi sınırlara atmak gibi çok iddialı bir politika ile yola çıktı. Bunun için epeyce de emek verdi. Bu dönemde mücadele daha çok kuzeyde Karadeniz ve güneyde Toroslar bölgesine kaymıştı. Ioannes, bu ideali uğrunda mücadele ederken kışı geçirmek için çekildiği Çukurova’da bir av sırasında kendi zehirli oku ile kendisini yaraladı. Bu yaranın etkisinden kurtulamayıp öldü12. Yerine babası kadar iddialı olan Manuel Kommenos geçti.
Bizans’ın yeni imparatoru, Anadolu’da Bizans hâkimiyetini tesis etme konusunda babasından aşağı kalmadığını ortaya koymak istiyordu. Bunun için babasının askeri planlarını devam ettirmeye çalıştı. Nitekim 1146’da Menderes vadisi yolu ile Konya’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Aslında kendisi açısından bakıldığında bu sefere çıkmasını haklı kılacak gerekçelere sahipti. Çünkü Sultan Mesut, hemen hemen deniz kıyısına ulaşacak kadar Menderes Vadisine girmiş bulunuyordu13. 1145 yılında ise bölgedeki Türkmenler Çal üzerinden Sardes’e kadar uzanan yeni bir akın düzenlediler14. Bu gelişmelere bağlı olarak Manuel’in 1146 yılında çıktığı sefer sırasında, Denizli’nin hemen kuzeyinde, “Tribleritzeman” (Çivril Çeman) denilen mevkide bazı mücadeleler oldu. Konya’ya kadar ilerleyen Manuel ciddi bir başarı elde edemeden geri döndü ve geri dönerken Menderes Vadilerinde tekrar Türkmen saldırılarına uğradı.
1176 yılında yapılan Miryokefalon Savaşı, Anadolu tarihi gibi bölge tarihini de çok derinden etkilemiştir. Çal’a oldukça yakın bir bölgede gerçekleşen Miryokefalon Savaşı’ndan16 sonra Denizli ve çevresinde kalıcı Türk hâkimiyeti tesis edilmeye başlanmıştır. Bizans bu yenilgiden sonra prestijini kurtarma kabilinden, Çal ve çevresinde de hissedilen bazı karşı saldırılarda bulundu ise de bunlar bölgedeki Türk hâkimiyetine zarar veremedi. Nitekim, II. Kılıç Arslan’ın Atabeyi komutasındaki Selçuklu birliklerini takip eden Bizans kuvvetleri, bir ara seferlerini Çal çevresine kadar ilerletmişlerdir17. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi bunlar kısmi başarılar olmaktan öte gidememiş ve 1176’dan sonraki dönemde bölgede Türk hâkimiyeti büyük ölçüde tesis edilmiştir.
Bölgede Türk Yerleşmesi ve Kayı Pazarının Tesisi
Miryokefalon Savaşından sonraki yıllarda Çal ve çevresinde Türk hâkimiyeti hızla tesis edildi. Buna bağlı olarak özellikle Çökelez, Şalvan ve Beşparmak Dağlarının yaylaları ve bölgenin en büyük platosu olan Baklan Ovası, Türkmenler tarafından doldurulmaya ve kalıcı Türk yerleşmeleri teşekkül etmeye başladı. Nitekim haklarında teferruatlı bilgilere sahip olamasak da bölgede hala hatıralarının varlığı devam eden Hüsameddin Gazi, Mahmut Gazi18, İlyas Bey, İsa bey, Şeyh Elvan gibi alperenler Çal ve çevresini yurt tutmaya başladı.
Aslında bölgedeki bu ilk alperenlerin mezarlarının bulundukları bölge iyi değerlendirilirse Çal çevresinin fethi ve Türkleşmesi ile ilgili önemli ipuçları
Bunlardan Hüsamettin Gazi, bölgenin fethinde önemli bir rol oynadı ve Beşparmak Dağlarının eteğinde metfundur. İlyas Gazi, Çökelez dağında; Şeyh Elvan kendi adının verildiği Şalvan Dağı çevresinde metfundur. Dolayısıyla bölgenin üç kritik noktasında üç önemli alperenin bulunması bölgedeki planlı bir fetih hareketinin varlığının göstergesidir. Ayrıca bu noktalar stratejik konumdadır. Beşparmak Dağları, Çivril - Çal bağlantısını; Çökelez Dağı, Denizli – Çal bağlantısını; Şalvan Dağı ise Uşak – Çal bağlantısını kontrol eden önemli noktalardır. Dolayısıyla bölge sistematik bir plan çerçevesinde Türkleştirilmiştir.
Çalışmamızın asıl konusunu teşkil eden Kayı Pazarı muhtemelen 1176 Miryokefalon Savaşından sonraki yıllarda teşekkül etmiştir. Çünkü 1071 – 1176 yılları arasında özellikle uç bölgelerde ticari faaliyetler son derece sınırlı kalmıştır19. Selçuklular, Bizans’a karşı giriştikleri siyasi hâkimiyet mücadelesini kazanıp Anadolu’da yerleşmelerini tesis ettikten hemen sonra bu toprakları yeniden hareketlendirmek için gerekli çalışmaları başlatmışlardır20. Devlet, bir taraftan kendi kültür mührünün nişanesi olan cami, medrese, hamam vb eserlerin yapımını teşvik ederken; diğer taraftan da Anadolu’nun ticari potansiyelini geliştirecek yol, köprü, pazar yeri vb. eserleri vücuda getirmeye başlamıştır.
Pazarlar oluşum sürecinde ve gelişim dönemlerinde kendine özgü birtakım özellikler taşımışlardır. Bu ilk ticari merkezler, milletlerarası ticarete ve ulaşım teknolojisine bağlı olarak deniz, akarsu veya dağ silsileleri gibi coğrafi önemi yüksek bölgelerde oluşmuştur. Genellikle şehirlerden uzak geniş kırsal alanlarda kurulmuşlardır. Bu pazarlarda en çok hayvansal ve tarımsal ürünler ile el sanatlarına dayalı ürünler mübadele edilmiştir. Başlangıçta mevsimlik ve geçici yerleşmeler niteliğindeki pazarlar zamanla önemini artırıp bölgelerinin ticari potansiyeline bağlı olarak önemli merkezler haline gelebilmişlerdir21. Bu pazarların etrafında zamanla cami, mescit, kervansaray gibi değişik müştemilatlar da oluşmuştur22. Selçuklular Döneminde, Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi yakınlarındaki Yabanlu Pazarından başka Ilgın Pazarı, Ezine Pazarı, Alameddin Pazarı ve Koçhisar Pazarı en çok bilinen pazarlardır
Bu pazarlar yukarıda da ifade edildiği gibi daha ziyade şehirlerden uzak bölgelerde kuruluyordu24. Konumuzu teşkil eden Kayı Pazarı da bu yapıya uygun olarak oluşmuştur. Önemli yerleşim yerlerinden oldukça uzakta, Büyük Menderesin Çal’daki vadilerinden birisinde, aynı zamanda önemli yol güzergâhları üzerinde kurulmuştur. Ayrıca Selçuklular döneminde pazarların kurulduğu yerlerin özellikleri arasında, Bizans – Selçuklu ve Hıristiyan – Müslüman siyasal sınır bölgelerinde karşılıklı işlenmiş veya işlenmemiş mal alış verişine müsait mekânlarda kurulması da bulunmaktadır25. Kayı Pazarı tam da Selçuklu – Bizans sınırında, kuzey ve doğusundaki Müslümanlarla, güney ve batısındaki Hıristiyanların önemli kaynaşma noktalarından birinin üzerinde kurulmuştur.
Çal, oldukça erken denilebilecek bir dönemde, güçlü şekilde kurulan Türk hâkimiyeti ve ticari potansiyeli itibariyle pazar kurmaya elverişli bölgelerden birisidir. Bu avantajlarına bağlı olarak Çal ve çevresinde tarihi süreç içinde önemli pazarlar kurulmuştur. bölgede Şeyhlü (Işıklı), Kavak ve Kayı olmak üzere üç tane pazar mevcuttur
26. İlk iki pazar kuruldukları yerin adını almışken, Kayı Pazarı bölgeye yoğun olarak yerleşen Kayı boyundan ismini almış olmalıdır
Kayı Pazarı İle İlgili Tarihi Kayıtlar
Çal – Bekilli yolunda, Büyük Menderes üzerindeki Kumral köprüsünü 2 km geçtikten sonra yolun sağında tek başına bir minare bulunmaktadır (Bkz Resim 1). Bölge halkı tarafından daha çok “yıkık minare” ya da “kırık minare” olarak isimlendirilen bu minare yakın zamana kadar şerefesine kadar kırık bir vaziyette idi ve kaderine terk edilmiş durumda tamamen yıkılmayı bekliyordu. Denizli Müze Müdürlüğü tarafından şerefe üstü tekrar tamir edilmiş, şerefenin altı da elden geçirilerek minarenin yıkılıp gitmesi engellenmeye çalışılmıştır (Bkz. Resim 2). Ancak minarenin etrafında başka hiçbir binanın veya kalıntısının bulunmaması, yakınında önemli bir yerleşim yerinin mevcut olmaması bölge halkının her zaman dikkatini çeken bir konu olmuştur. Tek başına bir minarenin inşa edilmesi söz konusu olamayacağına göre burada mutlaka bir caminin olması gerekmektedir. Bu minare teferruatını aşağıda vereceğimiz bölgenin en büyük pazarlarından birisi olan ve XIII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren kurulduğu düşünülen28 Kayı Pazarındaki iki camiden birisine ait minaredir.
Kayı Pazarı ile ilgili ilk somut belgelere ise XV. yüzyıldan itibaren rastlıyoruz. XV. yüzyılın sonlarına doğru düzenlendiği tahmin edilen bir Osmanlı Mufassal Defterinde Çal ilçesinde yeni kurulan bir pazarla ilgili kayıt mevcuttur29. Bu pazar çok büyük ihtimalle bölgenin en eski pazarı olan Kayı Pazarı olmalıdır.
Kayı Pazarı ile ilgili kayıtlar, kaynaklarda XVI. yüzyıldan itibaren daha belirgin olarak görülmektedir. Bu bilgilere göre Kayı Pazarı, 600 akçalı ihtisaba sahip küçük çaplı bir pazardır. Ayrıca Kâtip Çelebi’de “menderese dökülen bir dere içinde hafta pazarı durur, Halı Pazarı30 derler” şeklinde Kayı Pazarından bahsetmiştir31.
Kayı Pazarı ile ilgili bize en teferruatlı bilgileri ise 18. Yüzyıla ait bir vakfiye vermektedir32. Bu vakfiyeden edindiğimiz bilgiye göre Kayı Pazarı cami, mescit, han ve dükkânlardan ibaret son derece mamur önemli bir müştemilat idi.
Kayı Pazarı ile ilgili vakfiye, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde 735 numaralı defterin 119. sayfasında kayıtlıdır (Vakfiye için bkz. Ek 1). Vakfiye, Osmanlı Kaptan-ı Deryalarından Kaymak Mustafa Paşa’ya aittir. Aslen Boşnak olan Kaymak Mustafa Paşa, 11 Eylül 1721 yılında Kaptan-ı Derya olmuştur. Nişancılıktan, Kaptan-ı Deryalığa getirilen Mustafa Paşa, II. Viyana kuşatmasının en önemli siması Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın da kızı tarafından torunudur
33. Osmanlının kendi dönemindeki en meşhur simaları ile akrabalıkları bulunan Kaymak Mustafa Paşa, Lale Devrinin en büyük mimarı olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşaya da damat olmuştur. Kayınpederi sayesinde değişik makamları atlayıp kısa sürede Kaptan-ı Deryalık gibi önemli bir görevi elde etmiştir. Bu yüzden kendisine “Atlamacı” lakabı takılan Mustafa Paşa, aynı zamanda İstanbul Kaymakamlığı da yapmıştır. Lale devrini sona erdiren Patrona Halil isyanı sırasında 1730 yılında kayınpederi Damat İbrahim Paşa ile birlikte idam edilmiştir34. İşte bu önemli devlet adamı tarafından bölgede bir takım vakıflar vücuda getirilmiştir.
Vakfiyede, Kayı Pazarında mevcut binaların bir kısmı ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: “… Anadolu vilayetinde, Kütahya Sancağına bağlı Çal Kazasında, Kayı Pazarında bulunan han ve bir hamam ve yakınlarındaki hudutları malum olan dükkânlar, bostan, bağ ve bahçeler…35”. Buna göre Kayı Pazarında kesin olarak bir han, bir hamam ve bunların çevresinde bir takım dükkânlar mevcuttu. Yine vakfiyeden anladığımıza göre burada bir cami mevcuttu ve bu cami bizzat Kaymak Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştı36. Yine vakfiyede açıkça belirtildiğine göre burada Camii Atik denilen bir cami daha mevcuttur37. Dolayısıyla Kayı Pazarı 1730’lu yıllarda iki camisi, bir hanı, pek çok dükkânı olan, etrafında bağ ve bahçelerin bulunduğu son derece mamur ve hareketli bir mahaldi.
Yine vakfiyede Kayı Pazarındaki her iki camide görevli kişiler hakkında da bilgi verilmiştir. Bu görevliler ve aldıkları ücretler şöyledir:
Camide Bulunan Görevliler
Aldığı Günlük Ücret
İmam
5 akça
Hatip
5 akça
Vaiz
5 akça
Cabi (Vergileri toplayan kişi)
5 akça
Kâtip
5 akça
Müezzin
3 akça
Kayyum
2 akça
Ferraş (Temizlikçi)
2 akça
Bevvab (Kapıcı)
1 akça
Siraci (Aydınlatma ile görevli kişi)
1 akça
Mütevelli (Vakfın yöneticisi)
10 akça
Bu iki camiden Cami-i Atik, vakfiyede kaydedilen görevli sayısından da anlaşıldığı gibi küçük bir cami olmalıdır. Yine personeline ödenen ücretten de bunu rahatlıkla anlayabilmekteyiz. Nitekim bu cami imamının ücreti, Kaymak Mustafa Paşanın yaptırdığı caminin imamının maaşının 1 / 5’i kadardır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivinde de Kayı Pazarında kurulan bu vakıfla ilgili bazı belgeler mevcuttur. Mesela bunlardan birisine göre 1789 yılında vakıf kâtibi olan es Seyit Mehmet Reşit Halife bin Muhammed Şekip kendi rızası ile bu görevinden istifa etmiştir38.
Kayı Pazarının tarihteki hareketli yapısı ve önemi ile ilgili bir başka bilgi ise Çal’ın uzun süre mülki anlamda bağlı kaldığı Karahisar-ı Sahip’e (Afyonkarahisar) ait şer’iye sicillerinde geçmektedir. 1853 tarihinden sonra yazılan bir şer’iye sicilinde bölgeye vergi toplamaya gelen kişinin fazla vergi istediğinden dolayı bölge eşrafının bir şikâyetinden bahsedilmektedir. Şikâyet dilekçesinde şu ifadeler kullanılmıştır. “… Kayı Pazarında bulunan kasap ve kebapçı ve ekmekçi esnaflarının her birinden kırkar, helvacı esnaflarından her birinden yirmi beşer ve esnaf-ı saireden dahi benzer ücretler istenmiştir.39” Buradan da anlaşıldığına göre Kayı Pazarında kebapçılar, ekmekçiler, helvacılar ve diğer pek çok esnaf vardır. Dolayısıyla bütün bu bilgiler Kayı Pazarının ne kadar hareketli bir bölge olduğunu bize göstermektedir. Yine bölgede, Pazar Değirmenleri adı ile anılan un değirmenlerinin varlığını biliyoruz40. Ancak bunların pazarın kurulduğu yıllarda mı yoksa daha sonraki yıllarda mı kurulduğu hakkında net bilgiye sahip değiliz.
Kayı Pazarının 16. Yüzyılın sonlarında da bölgede etkinliği devam eden ve iyi bilinen bir pazar olduğunu görüyoruz. Denizli ili Buldan ilçesinde Yenicekent mahallesinde Emir Sultan Dede Türbesinde duvarlara yazılmış yazılardan birisinde Kayı Pazarından bahsedilmektedir. Muhtemelen uğur getirsin diye bölgede kutsal kabul edilen bir mekâna yazılan yazı şöyledir: “Bu sene buğday kilesi on üç akçaya satıldı Kayı Pazarında. Bu sene zemheride tohum hava mülayim olursa … Sene 994 (1585-1586) (bk. Resim 5)”41.
Kayı Pazarı hakkında elimizde bulunan bir başka belge ise buradaki hanla ilgilidir. 1886 yılında handa bulunan bazı Hristiyanlar, hanın kapısı üzerinde bulunan ve dini içerikli bir takım ibareler bulunan taşın üstüne bir haç işareti koymuşlardır. Hristiyan tüccarların bu provakatif hareketi, Müslüman ahalinin tepkisine sebep olmuş ve kapının üzerindeki bu taşın kaldırtılması için yetkililere müracaat etmişlerdir. Kaymakamlık burada bulunan Hıristiyan tüccarlardan bu haç işaretinin kaldırılmasını ve provokasyona son vermelerini istemiştir. Ancak Hristiyan topluluk, İstanbul’daki patrikhaneden bir emir almadıkça haç işaretini kaldırmayacaklarını bildirmişlerdir. Hatta eğer işaret zorla kaldırılırsa başka türlü hareket edeceklerini bildirip, üstü kapalı tehditlerde bulunmuşlardır42. Müslümanlar da Hristiyanların bu tavrına karşı büyük bir infiale kapılmış ve ortam iyice gerilmiştir. Bu gerginliğin daha da büyümesi ve nahoş olaylara sebebiyet vermesini istemeyen yetkililer devreye girmiş meseleyi İstanbul’a iletmişlerdir. Nihayet İstanbul’un baskısı üzerine, mahalli ruhani lider konumundaki Aydın Patrikhanesi, Kayı Pazarındaki hanın kapısının üstüne konan bu haç işaretinin kaldırılması için yazı göndermiş ve mesele çözülmüştür43. (Bu belge için bkz. Ek 2)
Bu belgelerin verdiği bilgilerden de anlaşıldığı üzere, Kayı Pazarı sadece bölgedeki Müslümanların ticaret yaptığı bir yer değildir. Burada, Hıristiyan tüccarlar da ticaret yapmakta idiler. Bunlar, Osmanlı’nın son dönemlerinde azınlıklara tanınan imtiyazlara bağlı olarak cüretkâr bir takım davranışlarda da bulunabilmişlerdir. Biz, bunların ticaret için bölgeye gelen Hristiyanlar olduğunu düşünüyoruz. Yani bu Hristiyanların bölgede yaşayan ahali olması söz konusu değildir. Çünkü bölgede ciddi bir Hristiyan unsur yoktur. Mevcut Salnamelere göre Çal’da ve çevresinde (Baklan, Çivril) kalabalık bir Hristiyan nüfusuna rastlanmamaktadır. Sadece 19. yüzyılın son dönemlerinde Çal’da 155 tane Rum’un bulunduğu bilinmektedir
44. Bu rakam bölge nüfusu ile orantılandığında ciddiye alınmayacak kadar düşüktür. Çünkü 1870 yılında Çal’da 12 323 erkek nüfus vardır45. Bu rakamın 1900’ün başlarında ciddi bir değişiklik göstermediğini kabul edersek, 150 Hristiyan, bu nüfus içinde cidden önemsiz bir rakamdır. En azından bölgede nüfus gücüne dayalı herhangi bir direniş gösterme eğilimlerinin olacağını asla kabul edemeyiz. Dolayısıyla, Kayı Pazarındaki bu olay bölgede ticaret yapan Hristiyan tüccarların çıkarttığı münferit bir hadisedir. Buradan ulaşabileceğimiz kesin sonuç ise Kayı Pazarının, Müslüman - Hıristiyan pek çok tüccarı kendisine celp eden çok önemli bir ticaret merkezi olduğudur. Kayı Pazarının bu önemli ve hareketli yapısını ne zaman kaybettiği tam olarak tespit edilememiş ise de; Pazarın 1920’li yıllara kadar aynı yerde kurulmaya devam ettiği bölge halkı tarafından ifade edilmektedir.
Kayı Pazarının Önemini Yitirmesi ve Yok Edilmesi
Yukarıda anlattıklarımıza dayanarak, Kayı Pazarının tek minareden ibaret bir alan olmadığı, hanları, camileri, dükkânları ile bölgenin en büyük ticaret merkezlerinden birisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktada asıl soru ise böylesine önemli bir merkezin nasıl oldu da kırık bir minare kalacak şekilde yok edilebildiğidir. Gerçekten bu sorunun cevabını bulabilmek tarihsel bilinç perspektifimiz açısından da son derece önemlidir.
Ne var ki, bu konuda henüz somut bir bulguya rastlayabilmiş değiliz. Bu kadar büyük bir yıkımı sadece tabiatın tahribatına bağlamak mümkün değildir. Bu yıkımın çok daha önemli sebepleri olmalıdır. Bölgede halk arasında yaptığımız araştırmalarda ise pazarın yok oluşu ile ilgili iki önemli sebep öne sürüldüğünü gördük. Ancak her iki görüşün de resmi bir belge ile teyit edilmesi mümkün olmamıştır. Birinci görüş, Kayı Pazarının, taş ocağı olarak işletildiği ve buradaki eserlerin yıkılıp inşaat yapacaklara taş olarak satıldığı şeklindedir. Bu gerçekten tüyler ürpertici bir iddiadır. Ancak bu konuda hiçbir resmi kayıt yoktur. Hâlbuki bu konuda mutlaka izin belgesi, ruhsat vb. babından bir takım evrak ve kaydın bulunması gerekirdi. Bölgede 1911 yılında işletilen bir zımpara madeni ile ilgili her türlü evrakın var olduğu göz önünde bulundurulursa46 taş ocağı ile ilgili hiçbir kaydın bulunmaması manidardır.
Kayı Pazarı’nın tahrip edilmesi ile ilgili olarak bölgedeki ikinci görüş ise ise cumhuriyetin ilk yıllarında, Çal ve çevresinin tartışmasız en önemli siması olan Necip Ağa tarafından yıktırıldığı şeklindedir. Necip Ağa, Çal ve çevresinde Kuva-i Milliye’nin teşekkülünde Müftü Ahmet İzzet Efendi ile birlikte oldukça önemli hizmetler vermiş birisidir47. Ancak halk rivayetlerinden anlaşıldığına göre sonraki yıllarda kendisini bölgenin tek otoritesi olarak görmeye başlamış ve zaman zaman gayr-ı kanuni eylemlerde bulunabilmiştir. Rivayet edildiğine göre, Necip Ağa bu dönemlerinde Çal merkezde bulunan kendine ait dükkânların daha işlerlik kazanması için böyle bir eylemde bulunmuştur. Çünkü halkın büyük çoğunluğu ya Necip Ağaya olan tepkisi ya da eskiden beri alıştıkları Pazar yeri olması sebebiyle genellikle pazar ihtiyacını Çal merkezdeki dükkânlardan değil, Kayı Pazarından görmeye devam etmekte idi. Bu da başta Necip Ağa olmak üzere Çal’ın merkezinde dükkânı olan eşrafın kazancının düşük olmasına sebep olmakta idi. Bunun için Necip Ağa, Kayı Pazarındaki dükkânları yıktırmış, halk ta mecburen alış veriş için Çal merkeze gelmek zorunda kalmıştır.
Sonuç
Selçuklular Anadolu’da siyasi hâkimiyetlerini tesis ettikten sonra hızla imar faaliyetlerine başlamışlardır. Bu konudaki en önemli adımlardan birisi de ticareti canlandırmak amaçlı geniş çaplı pazar yerleri oluşturulmasıdır. En önemli örneğini Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi yakınlarında kurulan Yabanlu Pazarında gördüğümüz bu pazarlar, zamanla Anadolu’da yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Selçuklulardan beri var olduğunu düşündüğümüz pazarlardan birisi de Denizli ilinin Çal ilçesi yakınlarında kurulan Kayı Pazarıdır.
Bölgede Türk varlığı, Malazgirt Savaşından sonraki dönemlerden itibaren görülmeye başlanmıştır. Ancak asıl kalıcı Türk yerleşmesi, 1176 Miryokefalon Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. Bu savaş sonrasında Bizans’ın genel anlamda Kommenoslarla oluşturmaya çalıştığı, Anadolu’da Bizans’ı tekrar hâkim kılma projesi tamamen suya düşmüştür. Bu önemli gelişmeden sonra uç bölgesi olan Denizli ve çevresinde de kalıcı bir Türk hâkimiyeti tesis edilmeye çalışılmıştır. Çal yöresi de kısa sürede tam anlamıyla Türkleştirilmiştir. Bölgenin stratejik yapısına bağlı olarak Selçuklulardan itibaren bu bölgede Kayı Pazar adi ile bir pazar kurulmaya başlanmıştır.
Kayı Pazarı zamanla gelişerek, XVII. yüzyılın son dönemlerinden itibaren bölgenin en önemli ticaret ve alış veriş merkezi haline gelmiştir. Osmanlı vezirlerinden, Akdeniz Kaptan-ı Deryası Kaymak Mustafa Paşa burada önemli bir vakıf kurmuştur. Yine belgelerden anladığımıza göre bu dönemde Kayı Pazarı, hanıyla, camileri, dükkânları hatta değirmenleri ile oldukça gelişmiş bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Ancak sonraki yıllarda bu kadim müştemilat aymazlığa ve hissizliğe kurban gitmiş, bölgenin en büyük pazar ve ticaret merkezi yıkık bir minare hariç, tek bir eser kalmayacak şekilde yok edilebilmiştir. Bölgede geniş kapsamlı bir yüzey araştırması yapılırsa Kayı Pazarında bulunan bazı eserlere ait malzemenin çevre köylerdeki eski yapıların duvarlarında bulunabileceğini tahmin etmekteyiz. Bu, muhakkak ki Kayı Pazarının tekrar kurulmasını sağlayamayacaktır, ama böylesine önemli bir eserimizin bazı izlerinin tespiti açısından araştırmacılara önemli ipuçları verecektir.
Resim 3: Bölgenin ve Anadolu’nun Tarihine Işık Tutacak Önemli Bulguların Tespit Edildiği Ekşi Höyük
Resim 4: Apollon Lairbenos Tapınağı
Resim 5: Buldan – Yeincekent’teki Emir Sultan Dede Türbesinde Kayı Pazarından Bahseden Duvar Yazısı
https://www.denizliansiklopedisi.com/denizli-cal-ilcesi-tarihi/
http://www.sehiralem.com/Denizli/Cal/Tarihi_Yerler/2309/cal-Dionisopolis-Antik-Kenti.html